Estetica Dergisi – Hairist projesi olarak Hush markası ile gerçekleştirdiğimiz “Güzelliğin Peşinde” belgesel serisinin yeni konuğu Mali Kuaför’ün kurucusu Ali Keleş, kuaförlüğe dair fikirlerini, zorlandığı şeyleri, kariyer yolculuğunu ve deneyimlerini paylaştı.
Ali Keleş Söyleşisinden Bazı Alıntılar:
“43 yıldır kuaförlük yapıyorum. Kuaförlük beni ben yapan şey. Bana sadece maddi yönüyle yaşadığım hayatı değil, yemek yemekten giyinmeye ve genel kültüre bildiğim her şeyi öğreten meslek. Güzelliği bu kadar iyi işleyen, güzelliğe bu kadar katkı yapan dünyada kaç meslek var. Biz gerçekten insanları güzelleştirmeye çalışırken sadece saçlarına değil ruhlarına da dokunuyoruz. Bu öyle güzel bir ilişki ki kitaplardan öğrendiğimden çok daha fazlasını çalıştığım, salonuma gelen müşterilerden öğrendim. Bana en çok şeyi öğreten bu işte paylaşımda bulunduğum ustalarım, çalışma arkadaşlarım ve müşterilerim oldu.”
“Duygusal bir iş yapıyoruz. Hal böyle olunca salonunuza gelen insanlar ruhsal durumlarını rahatlıkla bize yansıtabiliyorlar. O gün kendini iyi hissetmiyorsa, mutsuzsa bunu hissediyorsunuz. Birçok meslektaşım bunu deneyimlemiştir. Saçını her zamanki gibi yaptığınız halde gereğinden fazla kapris yapan müşteriler oluyor. Kuaför ve müşterisinin arasındaki ilişki duygusal bir ilişki olduğu için müşteriniz size rahatlıkla öfkesini, mutsuzluğunu yansıtabiliyor.”
“Özellikle benim yaş grubumdaki kuaför arkadaşlarımla hemen hemen aynı sosyo-ekonomik koşullardan geldik. Hepimiz aynı köydeniz bir şekilde.“
“Kuaförlüğün en zor tarafı benim için patron olmaktı. Herkes patron olmak ister ama olmadan önceki sorumluluklarınız çok farklı tabii. Ustalarımız hep ‘İnşallah bir gün patron olursunuz da görürsünüz,’ derlerdi. Dua mı beddua mı olduğu belli olmayan bir sözdü. Siz dua sanırsınız ama patronunuz size bunu pozitif anlamda söylemiyordur aslında. Patron olduktan sonra anlıyorsunuz. Aynı köyden gelen meslektaşlarım gibi benim de kendi salonumu açacak büyük bir sermayem yoktu. Bir şekilde bir tılsım dokundu ve açtım o salonları ama salon açmak benim en korktuğum şeydi; işin en zorlandığım kısmıydı. Grubun içerisinde bir sorumluluğunuz varken bir anda grubu yönetmeye başlıyorsunuz.”
“İlk kuaför olduğum zaman çok utangaç, içine dönük bir çocuktum. Müşteri çağırıyor, ‘Sigara alır mısın?’ diye rica edip para uzatıyor. Markete gidip sigara aldıktan sonra on dakika boyunca kapının önünde beklediğimi hatırlıyorum. Kapı kapalı. İçeri giremiyordum. O an biri içeri girerse onunla beraber giriyordum. İçeri girdim mi çıkmak istemezdim. Paranın üstü kalsın dediklerinde de utanır, almak istemezdim. Dayım, kaval kemiğime bir tane vurur, “Mersi” diyeceksin derdi. Niye teşekkür değil, sağolun değil de mersi deniyordu, bilmiyorum. Şu an teşekkür edebiliyoruz rahat rahat.
“Bu meslekte hiç saç yakmadım diyen kuaför yalan söyler. Eskiden çok yoğun çalışırdık ve meçler vardı. Meçte de saçı çok yoğun açarsınız. Balyajdaki gibi açma işlemi hafif değildi. O zamanki açıcılar da daha kuvvetliydi. Oksidanlar yoktu, peridrollerle yapardık. Siz boyayı yapıyor, asistana takip etmesini söylüyorsunuz. Asistan bazen kaçırmış oluyor.”
Hiç unutmadığım bir anı da şudur: Saç neredeyse yıkanacak, saçın tepesinde birkaç tane dorelik var. Asistanlardan birine, “Şu tepedeki saçlara biraz ısı ver, sonra hemen yıkamaya al,” dedim. Asistan üç dakika tutmuş ısıyı. Saçın folyoyla beraber yere düştüğünü gördüm. Öyle kaldım. Müşteri farkına varmadı. O paketlerin içinde çok fazla saç yoktu o zaman. Bir tutam folyoya sarar sıkardık. Dedim ki, “Çok özür dilerim ama bir iki tanesini kopardık saçlarınızı” dedim.
Artık, sektördeki markaları biliyordum, ben de marka olmak istiyordum. Artık burada kalmamalıyım diye düşündüm. Diba’nın kurulduğu zaman. Erdem Kıramer’den beni tanıyan arkadaşlar arayıp “Çırağan’ın başına geçer misin?” diye sordular. O zaman Zeki Doğulu vardı. O Nişantaşı’nın başına geçti, ben de Çırağan’ın. O zaman salonda ortak olduğum bir arkadaşım vardı. Al, hepsi senin olsun deyip çok iyi çalışan salonumu ona bıraktım, çünkü Erdem Kıramer’le çalışmak vizyon anlamında benim için çok değerliydi. Marka bir kimlikle çalışırsam ben de o markanın bir parçası olurum, sonra kendim de bir marka olabilirim düşüncesiyle arkama bile bakmadan, ne kazanacağımı bile sormadan gittim. Ancak, Diba’ya geçtiğimde de orada çalışan arkadaşlarla uyum sağlayamadığım için orada da bir ay kalabildim.
“Asistanımla beraber dayımın salonuna geçtim. Gece gündüz çalıştık ve ciddi paralar kazandık. 27-28 yaşında, ortağım da ben de gidip kendimize sıfır araba alabildik. Ayaklarımız yere basmıyordu. “
Ali Keleş söyleşinin tamamını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.