Güzelliğin Peşinde… Kuaför Necdet Yazıcı – Mehmet Tatlı Kurucu Ortağı

0
1609

Estetica Dergisi-Hairist projesi olarak gerçekleştirdiğimiz “Güzelliğin Peşinde” belgesel serisi, mesleğin duayenlerinden bir isimle devam ediyor. Mehmet Tatlı Kurucu Ortağı, Kuaför Necdet Yazıcı, kuaförlüğe başlama serüvenini, mesleki gelişimini, müşterileriyle olan unutulmaz deneyimlerini, sektöre katkılarını, L’Oréal Professionnel ile olan uzun soluklu işbirliğine ilişkin görüşlerini bizlerle paylaştı.

Necdet Yazıcı söyleşisinden öne çıkan alıntılar:

“68 yılında başladım. Enteresan bir şekilde 6 kardeşiz. Ailede üst düzey bürokratlar, doktorlar var ama nedense okumak değil, çalışmak istedim. İlk erkek berber çıraklığıyla başladım. Valikonağı’nda eniştemin çok lüks bir restoranı vardı ve ünlü kuaförler onun müşterisiydi.  Tüm kadın kuaförlüğü çıraklık dönemim Nişantaşı’ndaki Valikonağı ve Rumeli caddelerinde geçti. Çok şanslıyım. Çünkü herkesin tanıdığı ve “Çizgi Hasan” dedikleri Hasan Oksal ilk ustalarımdandı. Yaklaşık 11 yaşındaydım. Diğeri Behiye Aksoy gibi meşhur assolistlerin kuaförü Selahattin Hocamdı. Onda da çıraklık yaptım ve nihayetinde ustaların ustası Vecihi’nin yanında çalışmaya başladım. Dönemin bütün ses sanatçıları ve aktrisleri Ajda, Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik, Cünayt Arkın, Yılmaz Güney gibi tüm Yeşilçam artistleri, kadın-erkek hepsi oraya gelirdi. Müthiş bir salondu. Şu anda İstanbul’da öyle bir salon yok desem, yeridir.

“Ustaların ustası Vecihi’nin yanında çalışmaya başladım. Dönemin bütün ses sanatçıları ve aktrisleri Ajda, Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik, Cünayt Arkın, Yılmaz Güney gibi tüm Yeşilçam artistleri, kadın-erkek hepsi oraya gelirdi.”

Çizgi Hasan’ın yanında çalışırken yaklaşık 11 yaşındaydım. Kadınların olduğu, samimi bir ortam, çok hoşuma gitti. Beni de çok seviyorlardı.  Çok çabuk uyum sağladım. Hoşuma da gittim ve mesleği çok sevdim. Çizgi Hasan, her hafta yapacağı modeli tasarlar, tebeşinle siyah bir duvarın üzerine çizerdi. Çin mürekkebiyle de beyaz bir kartona çizer, vitrine koyardı. O hafta yapacağı topuzları ve keseceği saçları çizerdi. Çok değerli bir ustaydı. Ben orada hayatımın dönüm noktası diyebileceğim, Mehmet-Hüseyin Elçin’le tanıştım. O zaman benim kalfamdı. Askerden yeni gelmişti. Daha sonra biz oradan ayrılıp Vecihi’nin yanına geçtim. Orada çok güzel birkaç yıl geçirdim, daha sonra o vefat etti, ben ayrıldım. Nişantaşı’nda dolaşırken Hüseyin Elçin beni gördü, “Ne Yapıyorsun?” dedi. “Boştayım,” deyince, “Yarın Mehmet Bey’le konuşayım, belki yanıma alacağım, ama salon çok dolu, karşıda Yılmaz Bey var, seni onun yanına sokacağım” dedi. Böylece, Karakol sokağında komşu olduk. 

“Çizgi Hasan, her hafta yapacağı modeli tasarlar, tebeşinle siyah bir duvarın üzerine çizerdi. Çin mürekkebiyle de beyaz bir kartona çizer, vitrine koyardı. O hafta yapacağı topuzları ve keseceği saçları çizerdi. Çok değerli bir ustaydı.”

Bizim rahmetli Mehmet Tatlı’nın ustası Yılmaz Beyin yanında yardımcı olarak çalışmaya başladım. Bir sene sonra Yılmaz Bey Amerika’ya gitti. Salonu Mehmet Tatlı’ya bıraktı. Bu, 71-72  yıllarına denk gelir. Bizim markamızda o yıllarda kuruldu. O günlerden beri, hiç ayrılmadan aynı şekilde devam ediyoruz.

“AVM içerisinde bir salon, nasıl olur?, derken hiç ummadığımız bir şey oldu. Günde 200-220 müşteri sayısına ulaşıyorduk. Dehşet bir şey! Nasıl çalışıyoruz, anlatamam. Ben, orada bir seçim yapmak durumunda kaldım. Ya tamamen koltuğun arkasında olacağım ya da geri çekilip salonu kontrol edeceğim. İşletmecilik mi, kuaförlük mü? Orada bir seçim yapmak zorundaydım.”

92 yılında Alkent’i açtık. Alkent’te hepimiz eşit şekilde ortak olduk. Orada dört kişi olarak devam ettik; Mehmet Tatlı ve iki kardeşi ile.bb Ben Alkent’e geçtim. “Ne yapıyorsun? Bütün Nişantaşı müşterileri sende” dediler. “Ben gidiyorum, gelen gelir” dedim. Tabii, bir kısmı geldi, bir kısmı gelmedi ama çoğunluğu geldi. Dört sene orada devam ettim. 1996 yılında Carrefour salonu açılırken, “Ben giderim” dedim, ki o zamanlar bekardım. Türkiye’de ilk defa böyle bir şey oluyor, “AVM içerisinde bir salon, nasıl olur?” derken hiç ummadığımız bir şey oldu. Günde 200-220 müşteri sayısına ulaşıyorduk. Dehşet bir şey! Nasıl çalışıyoruz, anlatamam. Ben, orada bir seçim yapmak durumunda kaldım. Ya tamamen koltuğun arkasında olacağım ya da geri çekilip salonu kontrol edeceğim. İşletmecilik mi, kuaförlük mü? Orada bir seçim yapmak zorundaydım. Tüm salona hakim olabilmek için işletmecilik tarafına kaymaya çalıştım.

Nişantaşı başka bir ekoldü tabii, Anadolu yakası bambaşka idi. Bana göre, Anadolu yakası, kuaförlükte biraz daha geri. Avrupa yakası, Nişantaşı çok farklı.

Şu anda geri dönüp baktığımda, “keşke” diyebileceğin ne var diye sorarsanız, o dönemde Carrefour’da bir akademimiz olsaydı ve orada insanları yetiştirebilseydik, diye düşünüyorum. Takviyeli, toplama bir kadroyla gitmek bir hataydı. O hatayı düzeltmeye çalıştım. Nişantaşı başka bir ekoldü tabii, Anadolu yakası bambaşka idi. Bana göre, Anadolu yakası, kuaförlükte biraz daha geri. Nişantaşı çok farklı. Ben hep her şey mükemmel olsun istiyorum, bir de Aslan burcuyum.  O dönem inanılmaz yorucu geçti. Salondan gece saat on iki – bir gibi çıkıyordum. O dönem kendi stok programımı yazdım, kasa programımı yapıyorum. Daha önce hiç AVM deneyimimiz yok, böyle bir şey yoktu ve biz orada büyümeye başladık. Teklifler yağıyordu. Mesela, biz istemiş olsaydık, bugün bir Ali Gür olmayacaktı.  Profilo’yu gittik, gördük, istemedik. İstemediğimiz için kendimize böyle bir marka yarattık.

Her AVM açan bize teklif getiriyordu. Kuaförler gelip salona bakıyordu, müşterilere nasıl servis veriyoruz, gelip görmek istiyorladı. Dolayısıyla, biz o dönem sektöre epey bir örnek olduk. Kamplara gidiyorduk, işletmecilik ve mesleki eğitimleri aldık. Yurtdışına gidiyoruz, geliyoruz, devamlı yeniyi takip ediyoruz. Derken, akademi kurmaya karar verdik.

Bir şubemizi kapatarak Londra’dan gelen hocalarla herkese boya, röfle ve kesim eğitimleri verdik. Buradaki hocamız da İngiliz’di. Akademi ihtiyacımız böyle başladı. Bu bizi farklı bir yola sıktı. Eğitimin ne kadar önemli olduğunu kendimden biliyorum, biz niye bu görevi üstlenmiyoruz dedik. Vidal Sassoon ile işbirliği yaptık, bütün çalışanlarımıza method eğitimi verdik. Biz kuaförler, gördüğümüzü yapma konusunda çok ustayız ama method bilmiyorduk.

Kuaför olarak hepimiz kırsal kesimden geldik ve bu meslekte olduğumuz için şanslıyız. Birincisi, müşteriler sana hayatı öğretiyor. Ben Nişantaşı’ndayken müşterilerimin yüzde 90’ı Musevi’ydi. Onlara çok şey borçluyum. Yemeyi, giyinmeyi, eğlenmeyi onlardan öğrendik.

İyi bir firma ile çalışıyorsanız, çok iyi destek alıyorsunuz ki  L’Oréal bu konuda Türkiye’de gerçekten öncü bir firma. 1980 yılından beri bize her şeyi verdi. Seyahatler, eğitimler… Bütün dünyayı gezdirdi, Türkiye’de üniversitelere götürdü, eğitimler aldık. En lüks otellerde kaldık, lüks tatil köylerinde tatil yaptık. Bunları kendi başımıza maddi olarak yapamaz mıydık, yapardık, para kazanıyorduk ama zamanı ayarlayamazdık, fırsat yaratamazdık. Hep birlikte gidince, başka bir şey oluyor.  L’Oréal’in bizim gelişmemizdeki katkısını asla inkar edemeyiz. İyi bir firmayla çalışmak, kuaför olarak iyi bir semtte çalışmak bizim büyük şansımız.

” L’Oréal bu konuda Türkiye’de gerçekten öncü bir firma.  1980 yılından beri bize her şeyi verdi. Seyahatler, eğitimler… Bütün dünyayı gezdirdi.”

Bütün basamakları tek tek çıktığım için mutluyum, çünkü hiçbir şey hazır gelmedi bana. her şeyi tırnaklarımla kazıya kazıya geldim ve hak ettiğimi düşünüyorum.

Akrabalarımdan, yakın çevremden sektörün içine soktuğum on-on beş kişi kadar var. Oğlumun kuaför olmasını isterdim ama olmadı. Ona bir şey söylemedim ama olmasını isterdim. Başka bir yolu seçti.

Eskiden ilişkiler daha da samimiydi. Üç kuşak müşterim vardı. Anneanne, kızı, torunu… Onlarla her şeyimi paylaşırdım, evlerine girer çıkardım. Müşteri ilişkileri öyle samimi bir hale geliyor ki, yeri geliyor, kocasıyla paylaşmadığı şeyleri seninle paylaşıyor.  Bu samimiyet de seni geliştiriyor. Çünkü kendi hayatın dışında onların hayatını da yaşamaya başlıyorsun, onların hayatını görüyorsun, bu da senin gelişimini sağlıyor. “A bak, böyle şeyler de var,” diyorsun. Çünkü gerçekten Musevi cemaati yemeyi, içmeyi, yaşamayı, iyi markayı, paranın değerini, parayı doğru harcamayı bilen insanlardır. Kuaför onlardan marka öğrenirdi, moda öğrenirdi. Geçmişte onlarla ilişkilerim, meslekte geri kalmamı engelledi. Bizim gidemediğimiz zamanlarda Avrupa’ya, Amerika’ya giderler, döndüklerinde saç modelleri ile gelir, “Bak  onlar şimdi böyle yapıyor, sen de yap” derlerdi. Bizi güncel tutarlardı. Bu anlamda gerçekten onlara müteşekkirim. 

“Musevi cemaati yemeyi, içmeyi, yaşamayı, iyi markayı, paranın değerini, parayı doğru harcamayı bilen insanlardır. Sana marka öğretir, moda öğretir. Geçmişte onlarla ilişkilerim, meslekte geri kalmamı engelledi.”

Sebat etmezseniz, güç birliği yapmazsanız, bu işte ilerlemeniz zor. Eskiden salon sahibi olup da sonradan benim yanıma gelip iş isteyen çok kuaför gördüm ben. Maalesef başarısız oluyorlar. Her salon açan başarılı olmuyor. Güç birliği lazım, vizyon lazım, güçlü markalarla yol arkadaşlığı yapmak lazım. Sebatkar arkadaşlara ihtiyacımız var. Yurtdışına gittiğimiz zaman markaları biliyorduk. Kuaförlük tarihinde, dünyada çığır açmış olan Vidal Sassoon ile akademik işbirliğine gittik. Daha sonra ben kişisel olarak Dessange’ın akademisine gittim. Dessange’ın tarzı bana çok uygun; kesim ve renklendirme tekniklerinden çok etkilendiğim bir ekoldü.

kuaför, kuaför, kuaför