İlk konuğumuz Erdem Kıramer
Erdem Kıramer ilk defa ve sadece HAIRiST Online’da…
Sizi tanıyabilir miyiz? Erdem Kıramer kimdir, kuaförlüğe nasıl başlamıştır?
Erdem Kıramer: İşçi bir ailenin çocuğuydum. Zaten kuaför dünyasına baktığınızda, genellikle herkes kısıtlı imkanlar içinde yaşayan ailelerden gelir; ben de öyle bir ailenin dört çocuğundan biriyim. 1944 doğumluyum, 1958’de bu sektöre girmeye karar verdim. O zamanki işçi ailelerin genel tutumu şuydu: Çocuğu ilkokula kadar gönderelim, sonra bir işe girsin, ev ekonomisine katkıda bulunsun. Ben, o eğilimin biraz dışında kalabildim; yedinci sınıfa kadar okudum. Babam beni her zaman anlayan, daima farklı gören bir adamdı. Aynı takımda top oynadığım arkadaşım kuafördü. Onu bir gün salondan almaya gittiğimde, Osmanbey’deki o salon çok hoşuma gitti. “Ben de kuaför olabilir miyim?” diye sorduğumda “olabilirsin” dediler ve 15 yaşında bu işe adım attım.
16-17 yaşlarında bu mesleği inanılmaz sevdim. O zamanki moda biraz daha komplikeydi. Saçlar bugünkü gibi doğal değil, daha yapılı, daha gösterişliydi. İnsanlar sokağa postişsiz, makyajsız, takma kirpiksiz çıkmazlardı.
O dönemin kuaför adayı olarak insanların salondan çıkarken farklı bir yapıya bürünmesi beni çok etkiledi. Gece rüyalarımda saçlarla oynamaya başladım.
Ustanız kimdi?
Erdem Kıramer: Mustafa Özyayıkçı’ydı. O zaman Nişantaşı’nda, bugün Louis Vuitton’un olduğu yerin karşısında Mapa Butik, onun hemen yanında da Mustafa Özyayıkçı’nın salonu vardı. Orada çok şey öğrendim ama mesleki anlayışımı gerçekten değiştiren şey, Avrupa’ya ilk çıkışımla başladı. Ondan önce Nişantaşı’ndaki karakolun sokağında ilk salonumu açmıştım.
Bir kuaför olarak Avrupa’daki izlenimleriniz nasıl oldu?
Paris’e ilk gittiğimde, gördüm ki -benim ustam hariç – bizim büyüklerimiz bize çok yanlış örnekler verdiler, bu meslek odamızla da alakalıydı. Avrupa’ya, normal turistik gezilere ya da mesleki şovlara gidildiği zaman, herkese madalyalar takılıyordu. Bu nedenle yıllarca, bu madalyalarla Türk kuaförlüğüne çok yanlış tohumlar ekildi. Düşünün; Cannes’daki yarışmalara 24 ülke giriyor, bu 24 ülke sekiz gruba ayrılıyor ve her gruba birincilik, ikincilik, üçüncülük madalyaları veriliyordu. Bu meslektaşlarımız oradan birincilik, ikincilik madalyası alarak kendilerini Avrupalı kuaförlerden farklı görmeye başladılar. Halbuki Paris’e ilk gittiğimde, Avrupalı iyi bir kuaförün eriştiği noktaya, onun kapasitesine erişmemiz için daha çok senelerin gerektiğini anladım. Gerek Artistik Kuaförler Kulübü’ne başkan seçildiğim, gerek yıllar sonra Haute Coiffure Française’nin başına geçtiğim zaman, konuşmalarımda hep şunu söyledim:
‘Arkadaşlar, beni seçtiğiniz için çok teşekkür ederim, ama ben de dahil, biz hiçbir şey değiliz.’
Bu mesajlarıma kulak asmayan çok meslektaşım oldu, ama ben hala şu yaşımda öğrenecek çok şey olduğuna inanıyorum.
Başladığınız günle kıyasladığınızda bugün kuaförlüğün Türkiye’de geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdem Kıramer: Çağ atlamıştır. Biz, o günlerde yurtdışına üç yılda bir bile çıkamıyorduk. Koskoca Türkiye’ye bir adet mecmua giriyordu. O dergide gördüğümüz iki reklam fotoğrafından esinleniyorduk ve gece rüyamızda oradaki topuzları çiziyorduk. Bugün benim yanımda çalışan, üçüncü pozisyondaki bir asistanım bile, Vidal Sassoon’un internet sayfasına girebiliyor. Dünyadaki herhangi bir kuaförün web sitesine girip oradaki çalışmaları görebiliyor. Ancak bazı şeyleri insanların önüne serdikçe arkalarını dönerler ya, maalesef bu kadar imkânın olduğu yerde, bu teknolojiden, Avrupa’yla ve dünyayla bu kadar iç içe olmanın avantajından yeterince faydalanılmıyor.
Dil konusundaki eksikliğin ülkemizde kuaförlüğün gelişiminde negatif bir payı var, değil mi?
Erdem Kıramer: Maalesef, evet. O benim için de çok büyük bir sorundu, ama bugünkü gençlik bu sorunu aşabilir, istese kolaylıkla dil öğrenebilir. Bugün “franchising” verdiğim ortaklarım, yetiştirdiğim arkadaşlarım isteseler her türlü eksiklerini giderebilirler, ama değerleri çok farklı. Bizim o yıllarda sahip olduğumuz değerlere, bugünkü arkadaşlar sahip değiller.
Sahip olduğunuz değerler?
Erdem Kıramer: Meslek aşkıdır, sevgidir. Bu değerlere sahipseniz, her türlü duvarı aşabilir, her yere gelebilirsiniz. Dün akşam, salonumda Fransız bir eğitmenin söylediği çok önemli bir nokta vardı. Üç halkadan söz etti. Birinci halka teknik. Saç kesme sistemini çok iyi öğrenebilir, tekniği çok iyi kavrayabilirsiniz, ama bu halkada kalırsanız, sadece bu işin memuru olursunuz. İkinci halkaya geçmek için, bunların üzerine kreatifliği eklemeniz lazım. Bunu başarmanız için de bu işe aşık olmanız lazım. Üçüncü halka ise apayrı bir boyut; o, sizin bu meslekte yaratıcı ruhla birleşmenizden doğacak artistik halka. Mesleğe duyulan aşk, zaten yaratıcılığı beraberinde getiriyor.
Yaratıcı olmak için kuaförün kendisini bambaşka kaynaklarla beslemesi gerekiyor, değil mi?
Erdem Kıramer: Dünyayla iç içe olmanız, çok beslenmeniz lazım. Türk kuaförü, beslenmek için hiçbir şey yapmıyor. İnsan, kuaför olduğunu 24 saat unutmamalı. Sabah gazete okurken de, sokakta dolaşırken de, sinemaya gittiğinde de kuaförsünüz. Gittiğin her yerde kadınların saçlarını etüt etmelisiniz.
Siz, hayatın çok içindesiniz, farklı kaynaklardan besleniyorsunuz. Türkiye’de pek çok kuaför kendisini sanatçı olarak nitelendiriyor, ama öte yandan sanatın farklı disiplinlerine de çok yabancı. Kuaförleri sanatın içine çekebilmek için ne yapmak lazım?
Erdem Kıramer: Bu bir vizyon meselesi. Mesuliyetler verilmez, alınır. Siz, kuaförlük mesleğini bir vizyon üzerine oluşturursanız, öğrenmeye ve anlamaya çalışırsanız, bir süre sonra farkındalığınız oluşmaya başlar.
Bir yerde sanatsal bir etkinlik var, ama o etkinliğin farkında bile değil; çünkü anlamıyor, anlayamıyor.
Bizden evvelki ustalarımız, ağabeylerimiz hiç güzel bir miras bırakmadılar. Bu meslekte çok saygı duyduğum ve sevdiğim arkadaşlarım var. beraberce çok güzel mesajlar verdik. Biz, zamanında “Angelique” adlı bir filmi 50 kez izlerdik, oradaki kıvrımları yapabilmek, tam olarak oturtabilmek için…
İşinizi, mesleğinizi, kendinizi sevdiğiniz zaman her şeyden beslenebiliyorsunuz. Türk kuaförünün en büyük yanlışı şu: Birkaç yılda ben bu işi öğrendim diye işin içinden çıkıyor. Halbuki öğrenmek hayat boyu devam eden bir süreç. Önlerine hedef koysunlar. Ben geldiğim yere hedeflerle, mesleki aşkla geldim, ama 69 yaşındayım ve halâ kendimi çok yetersiz buluyorum. Bizim, Türkiye’de örnek alabileceğimiz insanlar olmadı. Sizden iyi yetişmiş kişiyi hedef seçin. Ahmet Bey, oraya nasıl gelmiş, neler yapmış, o insanın sosyal hayatı neden böyle, ne yapmış, izlesinler.
İlk salonunuza dönelim. İlk çalıştığınız yerden nasıl ayrıldınız? Ustanızın rızasını aldınız mı?
Erdem Kıramer: Askerden döndüğümde çok yoğun çalışmaya başladım ve diğer dükkanlardan ortaklık teklifleri gelmeye başladı. Rahmetli Şükrü Kaya, Mehmet&Hüseyin’den – ki o zaman Hüseyin henüz ortada yoktu, benden çok gençtir- Mehmet Ağabey beni ortak etmek istediler. Ben, hep patronumdan bir ses bekledim. Patronum da çok gururlu, tek çalışmayı seven, ama çok iyi bir insandı. O zaman “bir dükkan açabilir miyim?” diye düşünüyordum. Belli bir para birikmişti ve o parayla aileme ev mi alsam, yoksa dükkan mı açsam diye düşünürken, dükkanı açtım. Kazandığım parayla da ilk işim aileme ev almak oldu. Dükkanı buldum, ama patronum “burada kal, ortak ol” dese kalacağım. O zaman Büyükada’da yazlık dükkanı vardı ve orada patronuma bir Cumartesi günü “dükkan açmaya karar verdim ağabey” dedim. “Hayırlı olsun” dedi. İki çırağımı yanıma alıp alamayacağımı sorduğumda, “onlar senin yetiştirdiğin çocuklar, alabilirsin. Dükkanı tutana kadar da istediğin kadar çalış, rızamı da alıyorsun, daha ne olsun?” dedi ve elini öptüm. Bir ay daha çalışmaya devam ettim. O şekilde ilk dükkanımı açtım.
Ustam, çok gururlu ve çok iyi bir insandı, ama ticareti çok iyi bilmiyordu. Gururundan ortaklık da teklif etmeyince, kendi salonumu açtım.
Geçenlerde, mesleği bırakmış bir meslektaşım organize etti; herkesi toplayıp bir yemek yedik. Orada şunu söyledim: Herkesle oturur karşılıklı yemek yerim, ama herkes benimle oturamaz, çünkü maalesef bu meslekte çok ihanete uğradım. Kimseye yanlış yapmadım, hiç kimseye bir borcum yok. Bugün Erdem Kıramer, çalıştığı insanlara ortaklık veriyor. Bir kuruş almadan hisselerini çalışarak ödüyorlar, ama bazı arkadaşlar, maalesef resmen ihanet ettiler. Benimle çalışanlar arasında bana ihanet eden, beni bırakıp, arkamdan iş çevirip giden çok oldu.
Öte yandan, yetiştirdiklerim arasında rızamı almış, çok sevdiğim, iyi bir şekilde ayrıldığım, dostluğumun sürdüğü isimler de var. Örneğin; Hakan Köse halâ baba deyip elimi öper, ara sıra ona giderim. Mesleği bırakmış, benden ayrılmış, sonra yürütememiş kişiler var ya da başka yerlerde salonları olan görüştüğüm insanlar da az değil. Çok güzel bir laf vardır; sizi öldürmeyen acı güçlendirir. Ben her zaman daha da güçlendim. Bu, benim karakterimle alakalı değil bence, daha çok yukarıdakinin ilahi takdiri. Eskiler “bu meslek, 50 yaşından sonra yapılmaz” derlerdi.
69 yaşındayım, bugün belki bana ihanet ederek kendi salonlarını açanlar oldu, ancak ben, mesleki olarak onlardan daha güçlüyüm.
Kuaförlük nasıl yapılmalı? Bir kuaför nasıl olmalı?
Erdem Kıramer: Bir kuaför, her şeyden evvel, işini, mesleği sevmeli. Bu meslek, insanın yapısına, şekline, tarzına karar veren bir meslek. En güzel yaratık olan kadına hizmet veriyorsunuz. İşinizi sevmedikçe bu iş yürütülemez. Dünyayla entegre olacaksınız. Bugün Kore’deki ya da Uruguay’daki kuaförün nasıl çalıştığını, ufak tefek yanlışlarım da olsa, anlatabilirim, çünkü etüt ediyorum.
Halâ etüt ediyorum. Bizim zamanımızda güzel kadın deyince Fransız kadını gelirdi akla. Fransız kadını, çok az aksesuarla kendini şık yapar. Jean’in üzerine bir şal bağlar, son derece şık olur. İtalyan kadını ise son derece detaycıdır; ojesi, küpesi, kemeri, kolyesiyle… Sonra birden bir Amerikan kadını çıktı karşımıza. Daha gösterişli, uzun boylu, alımlı… Çok mühim hadiselerden biri de şu. Saç mecmualarını açtığınızda ne görürsünüz.? Kadın ve saç… Kıyafetler hep ikinci, üçüncü plandadır. 25 sene önce salonuma dergi alırken tüm “haute couture” mecmualarını da almaya başladım. Çünkü, mesele kadını bütün olarak görebilmek. O güzel taranmış topuzu, o kıyafetlerin üzerinde çok başka görmeye başladım . Bunlar da belli bir şekilde çok fayda sağladı.
Kuaför, mesleki seyahatleri bilinçli bir şekilde ve sıkça yapmalı, hobileri olmalı ve sanatın farklı dallarında ortaya konan çalışmaları takip etmeli. Kendisinin de gerçekten bir sanatçı gözüne ve zihnine sahip olabilmesi için bu şart.
Rekabette acımasız olduğunuz doğru mu?
Erdem Kıramer: Acımasız değilim. Öyle olsaydım, İstanbul’daki belirli kuaför salonlarından eleman alırdım. Senelerdir kimsenin etlisine, sütlüsüne karışmadım. Ben, başkasının ne yaptığıyla ilgilenmem. Ben neredeyim? Benim için asıl mesele budur. Başkasıyla kendimi kıyaslamak beni yanlış yöne sevk edebilirdi. Bunu hiçbir zaman yapmadım. “Acımasız” kelimesi bana çok anlamsız geliyor. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmam, her şeyden önce “ben neredeyim”, onu düşünürüm. Bir işadamı olarak fırsatları değerlendiririm, ama asla bir başkasının çalışanını, ortağını, gelip konuşsa da almam. Prensip meselesi, ama boşalan bir yer kiraya veriliyorsa, tabii ki bu fırsatı değerlendireceğim. Ben almasam, başkası alacak.
Erdem Kıramer, kendi sektörü içinde neden bu kadar dikkat çekmiş ve sivrilmiştir?
Erdem Kıramer: Özel bir nedeni yok. Tarz olarak, yaşam biçimi olarak kendiliğinden oluşmuş bir şeydir. Şu mesajımı en iyi kuaför arkadaşım bile anlayamadı; ben İstanbul’un en iyi bir-iki kuaförüne espri olarak şunu söyledim: “Ben sizden iki adım öndeyim?”. “Neden?” dediler. “Çünkü, sizin gündüz saçını taradığınız, hizmet verdiğiniz müşterilerin bazılarını, ben gece görüyorum, sizler görmüyorsunuz. Ben müşterimle yaşıyorum; sosyal hayatım o. Sizin müşteriyle paylaştığınız bir sosyal hayatınız yok. Öyle bir ilişki kurun ki müşterilerinizin gittiği yere gidin, dostlarınız arkadaşlarınız o çevreden olsun” dedim. Bazen salonumdan çıkmış saçı, gece bir davette beğenmiyorum. Çünkü o hanım kıyafeti ve saçı arasında uyum sağlayamamış oluyor. Bunlarla da mesleğime yön verebiliyorum.
Bunları söylediğimde, en iyi kuaförlerden birinin cevabı şu oldu: “Bütün gün onlarla beraberim zaten, bıktım. Bir de gece onlarla birlikte olamam.” Ama benim verdiğim mesaj çok farklıydı. Ben, gündüz benim salonumdan çıkan saçı, makyajı farklı kıyafet içinde gece orada görebiliyorum. Onun için arkadaşıma takılıp, espri olarak “ben senden iki adım öndeyim” dedim.
Bir defa kuaförün yüzde yüz sosyal hayatın içinde olması, servis verdiği kadını farklı mekanlarda görmesi lazım. Bunun içinde kendi vizyonunu genişletmesi gerek. Bir ressamın resim galerilerine gitmediğini düşünemeyeceğimiz gibi, kuaförün de o sosyal hayatın içinde bulunamaması düşünülemez. Zamanında vizyonunu ve kendisini geliştirmediği için bir köşede kalıyor. Ona göre bir evlilik yapıyor, ona göre bir çevre kuruyor. Halbuki hizmet verdiği kadını, gece bir davette görmesi lazım. Bu, büyük bir uçurum, ama bunu Türk kuaförü anlamıyor. Özgüveni yok.
Bu dönemde genç olsaydınız, bugünün imkanlarıyla siz neler yapardınız?
Erdem Kıramer: Çok şey… Şu an rutinim şu: Sabah sekizde kalkıyorum. 08.30 -09.00 arası ofise geliyorum. 10.30’a kadar ofisteki işlerimi bitiriyorum. Randevularım hangi dükkandaysa oraya gidip dört-beş saat çalışıyorum. Ondan sonra da özel bir toplantım yoksa golf oynamaya gidiyorum. Bugün genç olsam kesinlikle 12-14 saat çalışırım. Bugün kuaförlüğün önü o kadar açık ve yapacak o kadar çok şey var ki. Halâ kafa yapısını, saçın yapısını bilmeden iş yapan meslektaşlarım var. En iyisi olmak için de her türlü imkanı kullanırdım.
Bugünkü kuaförlere bakın, tatil günlerinde neler yapıyorlar? Kendilerini besleyecek, ileriye götürecek bir şey yapmıyorlar.
Doğum gününüz?
Erdem Kıramer: 10 Ocak 1944. Oğlak burcuyum. Ayakları yere basan burçtur.
Özel bir renginiz var mı?
Erdem Kıramer: Sevdiğim renk, mesleki açıdan sarıdır, açık renkleri tercih ederim. Kişisel tercihim ise siyahtır.
Lüksü sever misiniz?
Erdem Kıramer: Çok şaşaayı değil ama konforu severim. Evim güzel olsun isterim. Yemeğe çıkacaksam, bir otelde kalacaksam ucuz olsun diye düşünmem, ama bu artık bana göre lüks değil, işin gereği. Güzeli ve iyiyi severim. 26-27 yaşındayken de 6 ay boyunca çok sıkı çalıştıktan sonra kendimi ödüllendirirdim, kendime hediye alırdım. Kendim için küçük lükslerdi bunlar.
Hobileriniz var mı?
Erdem Kıramer: Golf oynuyorum ve çok yoğun bir golf dönemindeyim. Eskiden biraz resme meraklıydım, ama onu da on yıl evvel bıraktım. Bir ara maşa ve tarak koleksiyonuna girer gibi oldum, Avrupa’daki bit pazarlarını bile dolaşırdım. Ancak istediğim gibi parçalar da bulamadım pek. Yine de elimde bir şeyler var.
İnsanın neden hobisi olmalı sizce?
Erdem Kıramer: 24 saat iş olmaz. Kendinizi rahatlatmanız, kafanızı dağıtmanız lazım. Farklı bir kitap okuduğunuzda, bir seyahate çıktığınızda ya da düzenli olarak belli bir spor yaptığınızda kendinizi yeniliyorsunuz. O zaman işinize de daha çok bağlanıyorsunuz. Hobi, o kadar önemli ki.
Sevdiğiniz müzik türü ve sanatçıları öğrenebilir miyiz?
Erdem Kıramer: Ben eski Türkçe klasikleri severim. Ajda’ya bayılıyorum. Nilüfer’i de çok severim.
Evinize hangi gazeteler giriyor? Her ay takip ettiğiniz dergiler var mı?
Erdem Kıramer: Artık elektronik ortamda okuyoruz gazeteleri. Hürriyet, Milliyet, Vatan gibi belli gazeteleri her gün takip ediyorum. Aylık moda dergilerinin hepsini her ay alırız ve hepsini okurum.
Takip ettiğiniz mesleki dergiler var mı?
Erdem Kıramer: Estetica, her ay salonlarımıza geliyor. Zaten en sık da onu takip ediyoruz.
Estetica dergisi 10. yılını kutluyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Erdem Kıramer: Ben, Estetica dergisinin Türkçe yayını çıkmaya başladığında hakikaten çok mutlu olmuştum. İyi etüt ettiğiniz zaman, Estetica’nın kuaföre büyük faydası var. Avrupa’nın bütün iyi kuaförlerinin kestiği saçları görebiliyorsunuz, farklı koleksiyonları takip edebiliyorsunuz. Renkler her zaman çok göz alıcı ve çok güzel. İltifat olarak söylemiyorum, mesleki fikrim bu.
Estetica’da klasikten çok daha avangard ve genç kesimler buluyorum, bu da çok hoşuma gidiyor.
Çalışanlarınızla aranız nasıl? Çalışırken zor musunuzdur?
Erdem Kıramer: Çalışanlar içinde beni tanıyanlar çok severler, ama bazen soğuk ve ciddi, bazen de sevecen ve babacan bulurlar. Bu benim günüme göre değil de onların bakış açısına göre değişiyor. Beni uzaktan gözlemlemiş, yanıma gelememişse soğuk bulabiliyor. Zor olup olmadığıma gelince, kolay tatmin olan biri değilim. Beklentilerim çok yüksek. Çok güzel bir saç keser, onu alkışlarım ama daha iyisi olabileceğini düşünürüm her zaman.
Çalışanlarımın hepsini çok seviyorum, onlar da beni severler.
Elemanlarınızı seçerken hangi kriterlere dikkat ediyorsunuz?
Erdem Kıramer: Ah, keşke seçebilseydim. Son senelerde meslek liselerinden mezun olan kızları mesleğe kazandırmak, onlar arasından “colorist” yetiştirmeyi çok istedim. Okullara da haber verdim, ama maalesef doğru dürüst müracaat eden yok, çok az. Ya evlenip gidiyorlar ya da aldıkları maaşı beğenmiyorlar. İlk meslek lisesi mezunu kızlar, benim yanımda yetişmiştir; biri kuaför, biri makyöz… O dönemden bugüne, meslek lisesinden mezun olup da gelip müracaat edenlerin sayısı yok denecek kadar az. Kadınlara renk uzmanı olmak çok yakışır diye düşündüm, onları eğitip yetiştirmeyi çok istedim, ama müracaat yok. Bu da acı bir gerçek.
Mevcut ekip arkadaşlarınızın, çalışanlarınızın motivasyonunu artırmak için neler yapıyorsunuz?
Erdem Kıramer: Örneğin, şu anda dükkanımda bir Fransız eğitmen var ve bir haftalık bir eğitim için geldi. Her gün, 10-12 kişiye eğitim veriyor. Müthiş bir eğitim. İki ay sonra yine gelecek. Avrupa’daki ya da buradaki seminerlere gönderiyoruz, defileler yapıyoruz. Motivasyon artırıcı faaliyetlerin tümünü gerçekleştiriyoruz.
Erdem Kıramer, kendisini nasıl tarif eder?
Erdem Kıramer: Erdem Kıramer hep sınırları zorlamış ve kabuğunu kıra kıra buralara gelmiştir. Belli bir kültür seviyesinde, dar bir çerçevede yetiştik ve onları aşmak için çok çaba sarf etmiştir. Bir sürü eksiğim olmuştur, zaman zaman kompleksler yaşamışımdır, ki hala bazı komplekslerim vardır. Kimse mükemmel değil. Halâ eksiklerim çok. Keşke kabukları çok daha erken kırabilseydim. Farklı bir kültürden ve çevreden çıkıp buralara kadar gelmek kolay olmuyor. Daha farklı bir çevrede yetişmiş olsam, belki çok daha ileri bir noktaya gelebilirdim. Bunlar sığınılan bahaneler gibi gelebilir, ama bunların payı var elbette.
Erdem Kıramer markasını nasıl tarif edersiniz?
Erdem Kıramer: Bu markayı ortaya çıkarmak için ince hesaplar yapmış, planlar kurmuş değilim. Marka oluşumuz kendiliğinden gelişmiştir. Elemanlar yetiştirdim, işimi çok sevdim, müşteri portföyümüz arttı ve buralara kadar geldik.
Erdem Kıramer markasını üç sözcükle nasıl özetlersiniz?
Erdem Kıramer: Kalite, sevgi ve standart üstü.
Erdem Kıramer müşterisi salonda nasıl ağırlanır?
Erdem Kıramer: Bizim müşterimiz, salona kendi evine gelir gibi gelir. Biz ona o imajı vermişizdir. Kendi salonu gibi hisseder. Ağırlamak için çok güç bir çaba sarf etmeyiz. Neyse kalitemiz, standardımız, bunları sunarız. Bunlardan hiçbir zaman ödün vermeyiz. Havlumuz, penuarımız daima tertemiz ve ütülüdür. Kullandığımız ürünler bir numaradır.
Erdem Kıramer markasını Türkiye standartlarında bir tekstil markasıyla özdeşleştirirseniz, bu marka hangisi olur?
Erdem Kıramer: Erdem Kıramer kuaförlüğün Beymen’idir, Vakko’sudur.
Eğitimlere katılmayan ve kendini güncellemeyen kuaförün tanımını yapar mısınız?
Erdem Kıramer: Bu mesleğin işçisidir, yani bu işin memurudur o. Hiçbir zaman kreatif alana geçemeyen bir kuaför olarak kalır.
Erdem Kıramer imzasıyla, kuaförlük nedir?
Erdem Kıramer: Kuaförlük “estetik ve güzel olana duyulan aşktır.”